25 Ocak 2011 Salı

Pazartesi sendromu

İşte kitaptan yeni bir bölüm.

BÖLÜM 6--------HAFTASONU MUTLULUĞU VE PAZARTESİ SENDROMU
İş hayatındaki herkes Pazartesi Sendrom’undan haberdardır herhalde. Bu sendrom, çalışanların, pazartesi günleri yeni bir haftanın başlamasından kaynaklı, mutsuzluk halidir. Haftasonundan çıkan ve yeni bir çalışma haftasına başlayan kişiler, ilk iş gününde mutsuz ve bezgin hatta bazen saldırgan olurlar. Tekrar çalışmaya dönmek tüm morallerini alt üst eder ve pazartesi günlerini kötü geçirirler. Bir safha ilerisi Pazartesi sendromunun pazar gününden başlaması ve ertesi güne lanet edilerek pazar gününün de zehir edilmesidir. Bu ilk iş gününün atlatılması ile Salı gününden itibaren çalışanlar normale döner, durumlarını kabullenir ve Cuma’ya kadar o gazla çalışırlar. Ancak pazar günü akşamı ya da öğleden sonrasında sendrom yeniden baş gösterir ve bu bir kısır döngü olarak devam eder gider. Her hafta, her hafta Pazartesi Sendrom’u tek başına yaşansa çoğu kişinin toplu intaharlara gideceğinden eminim. Ama tabiattaki her zehirin panzehiri olması gibi, insanoğlu da bu mutsuzluk haline bir çözüm olarak haftasonu mutluluğunu geliştirmiştir ki ben bunu “Cuma günü mutluluğu” olarak adlandırıyorum. Tıpkı Pazartesi Sendromu gibi hepiniz Cuma günü mutluluğu ile ne kastettiğimi zaten biliyorsunuz. Cuma günleri çalışanlar önlerindeki uzun (!) haftasonu tatilinin verdiği sevinç ile bir mutluluk hali yaşarlar. İş yerinde arkadaşlar arası “haftasonu ne yapacaksın?” muhabbetleri döner, özel telefon görüşmeleri o gün artar (dışarıdan arkadaşlarla, sevgili ile plan yapmak üzere). O gün yöneticinizin kaprisleri daha katlanılır olur, hatta bazen o da daha az kaprisli veya daha az sinirli olur. Ofis içi şakalaşma, birbirine komik e-mailler gönderme daha fazladır. Ciddiyet biraz gevşer, “amaan pazartesi başlarım” diye bazı işler rafa kaldırılır falan fıstık. Yani Pazartesi günün verdiği mutsuzluğun panzehiri Cuma mutluluğudur.

Ancak benim gibi “çıkıntı” insanların Cuma mutluluğu da Pazartesi Sendromu da biraz farklı oluyor tabi. İş hayatının ilk yıllarında ben de herkes gibi Cuma mutlu, Pazartesi mutsuz iken, ilerleyen zamanlar da Pazartesi Sendromum önce Cumartesi gününe sonra Cuma gününe kaymaya başladı. Önceleri Cumartesi gecesi veya Pazar sabahı “öf Allahım yarın Pazartesi” diye hayıflanırken bir baktım artık Cuma günleri “ne seviniyorum ki nasılsa iki gün sonra yine Pazartesi” demeye kaymış. Bu da Pazartesi Sendromunun en ileri safhalarından biridir ki bu safhada iki koca günlük haftasonu tatili bile insanı mutlu edemez.

Tabi bir de haftasonunun nasıl geçtiği, nasıl değerlendirildiği mevzusu var. Bence çoğu kişide Pazartesi Sendrom’unun dozu, haftasonlarını nasıl geçirdiği ile ilgili. Yani eğer haftasonunu dolu dolu, dinlenme ve eğlence ile geçirdiyseniz, kafanızı ve bedeninizi deşarj etti iseniz Pazartesi diğer insanlardan biraz daha iyi durumda olabilirsiniz. Söz gelimi bir haftasonu kaçamağı ile iki günlük bir tatil yaptıysanız (tabi uzun otobüs yolculukları, saatlerce seyahatten bahsetmiyorum, şöyle bir iki saatlik bir yolla yakınlarda bir yere gitti iseniz) veya haftasonunda şehirde güzel bir program yaptı iseniz, bu yaşadıklarınızın verdiği keyif Pazartesi günü biraz da olsa devam edebilir, size o günü atlatacak kadar mutluluk depolatmışsa zaten yeter. Ancak benim tecrübelerim ve diğer çalışan arkadaşlarımdan gözlemlediğim üzere haftasonları da pek insanı deşarj edecek şekilde geçmemektedir. Bunu sadece İstanbul’da çalışanlar için söylüyorum, çünkü başka şehirlerdeki insanların hallerini pek bilmiyorum. Bir de konuyu özellikle çalışan bayanlar açısından ele almak istiyorum. Şimdi Cuma akşamı işten çıktınız, genellikle tüm haftanın yorgunluğu ve “nasılsa iki günüm var” tembelliği ile o akşam birşey yapmaya pek haliniz olmaz. En fazla bir markete uğrayabilir, sonra kendinizi eve atarsınız. Diyelim ki evli ve çocuklu değilsiniz, yalnız yaşıyorsunuz, haftada bir gün gelen bir yardımcınız var ve hafta içinde eviniz de temizlenmiş. Farkında iseniz iyi, hatta iyinin üstü bir çerçeve çiziyorum. Bu durumdaki bir çalışan bayanın bile haftasonunda yığınla işi vardır. Bir kere anne baba, teyze, kuzen gibi akrabalardan en az biri ile ya onun mekanında ya da kendi evinizde görüşmeniz gerekmektedir. Bu olsa da olmasa da en az iki arkadaşınızla görüşmeniz gerekmektedir. Evinize market alışverişi yapmanız, kuaföre gitmeniz, giyim kuşam alışverişine çıkmanız, çamaşırlarınızı makineye atmanız, evinizin günlük dağınıklığını toplamanız, banka işlerinizi haftasonu şartları ile (haftasonu açık şubelerden, internet veya telefondan) yapmanız gerekmektedir. Bir sinemaya ya da dışada bir etkinliğe gitmek, bir gece dışarda eğlenmeye çıkmak tabi sizin de hakkınız. Bunların ne kadarını haftasonuna sığdırabiliyorsunuz peki? Bir de temizliği sizin yaptığınızı, bir eşiniz ve çocuğunuz olduğunu, ziyaret edilecekler listesine bir de eşinizin ailesinin eklendiğini, görülecek arkadaşlar listesinde de eşinizin görüşmek istediği kişilerin de olduğunu düşünün. Market alışverişiniz, evde yaptığınız temizlik, ütü yapma, çamaşır asma işlerinizin süresi artacak bir de size ait olmayan ve aile bireyleri ile birlikte tüketilmesi gereken ortak zamanlar gerekecektir. Çocuğunuzu haftasonu kursa götürmek, eğlensin diye onunla bir aktivite yapmak derken bir haftasonu tatili nasıl geçti anlamazsınız. Bir sinemaya, tiyatroya gidemeden, kesintisiz birkaç saat televizyon keyfi çıkaramadan, bir arkadaşınızı göremeden haftasonu bitiverir. Pazar gününden bir haftalık yemeğini yapanlar, çocuklarının ödevlerini kontrol edip, eşinin gömleklerini ütüleyenler, haftasonu dışarda eğlence yerine kayınvalidesini ziyarete gidenler ne Cumartesi den ne de Pazar’dan pek birşey anlamazlar. Bu ülkede çalışan kadınların pek çoğu da bu durumda. Aldıkları maaş ile haftada bir temizlikçi çağıramayacak durumda olan ve tüm haftasonunu ev işleri ile geçirenler bile var. Özellikle çalışan bayanlara tavsiyem şunlar olacak. Evli değilseniz ve ailenizle yaşıyorsanız, sorumsuzluğun ve haftasonu keyfinin tadını çıkarın çünkü evlenince bu günleri çook ararsınız. Evli değilseniz ve tek başına yaşıyorsanız evinizi fazla kafaya takmayın, en az eşya ve minimum ev işi ile idare edin, haftasonunu dışarda arkadaşlarınızla yaşayın, evlenince bunu çoook arayacaksınız. Evli iseniz hafta içinde sizin evde olmadığınız saatlerde evin temizlik, ütü vb işlerini yapacak birini mutlaka edinin ve paranızın elverdiği ölçüde sık gelmesini sağlayın. Paranız buna elvermiyor ise annenizi veya kayınvalidenizi size yardım etmesi için ikna edin, mümkünse bazı işlerinizi sizin yerinize yapmalarını sağlayın. Mesela anneniz haftada bir gün gelip size birkaç çeşit yemek yapıp dondurucuya koysun vs. Yok bu da mümkün değilse evdeki mesainizi minimuma indirecek önlemler alın mesela kendinize ve eşinize ütü istemeyen kıyafetler alın. Ayda yalnız bir ya da iki kere işkence çekmek için, çeşit çeşit sebzeyi yemek olmaya hazır veya olmuş şekilde yapıp buzluğa atın, eşinize günde bir bardak ve bir tabaktan fazla şey kirletmemesi talimatını verin vb. Bir de görüşmekten pek de haz almadığınız kişilerle (mesela sevmediğiniz akrabalar) sırf gerektiği için görüşmekten vazgeçin yoksa bunlara yaptığınız ziyaretler ve onları ağırlamak da sizin için bir nevi çalışma olabilir.

Ama tabi tüm bu söylediklerim bir ölçüde mümkün çözümlerdir. Pek çoğumuz, kötü ve yorucu haftasonları geçirip, pazartesi sendromu ile yeni haftaya başlamaktayız. Sonunda da çalışmak, hiçbirşeye yetişemediğiniz, hep birşeyleri eksik bıraktığınız veya ertelediğiniz ve hep gelecek haftasonuna kadar zor dayandığınız gerçek bir işkenceye dönüşmekte. Bu yüzden bence Pazartesi Sendromu falan kafaya takmayın, illa mutsuz olacaksanız bunun kabahatlisini zavallı Pazartesi olarak seçmeyin. Kısaca çalışıyorum; mutsuzum deyin.

Hiç yorum yok: