11 Ekim 2008 Cumartesi

surat asmak

Surat asmak en temel davranışımız son zamanlarda. Herkes birşeyler için surat asıyor ve ben buna deli oluyorum. Uzun zaman hizmet sektöründe çalışmaktan mı ya da ilk patronumun beyin yıkama tekniğinin başarısından mı bilmem ama ben surat asmayı ayıp, yanlış ve çirkin buluyorum. Hasta iken bile insanların yüzüne gülümsemeye çalışıyorum. Avrupa'nın refah seviyesi yüksek ülkelerinde birbirini tanımayan insanların bile yolda yanından geçenlere selam verdiğini, günaydın, iyi akşamlar dediğini görünce çok şaşırmıştım. Hadi biz tanımadıklarımıza surat asmayı kabullendik. Ama bari tanıdığımız insanlara surat asmayalım. Ben senin ne derdin olduğunu, neye canının sıkkın olduğunu nereden bileyim. Surat asınca bana asıyorsun sanıyorum. Sonra da kara kara acaba yanlış birşey mi yaptım diye düşünüyorum. Hatta kafaya takmamam gereken şeyleri bile kafaya takıyorum. Başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyin diyorlar ya olmuyor işte sonuçta bir toplum içinde yaşıyoruz, kapı komşunuz, kapıcınız, arkadaşınız, hergün alışveriş ettiğiniz bakkal, pastanedeki kasiyer, kısaca yüzüne bakıp konuştuğunuz her tanıdık sima sizin gününüzü etkiliyor. Sebebini bana anlatacak kadar yakın değilsen sıkıntın ne olursa olsun bana surat asma kardeşim. Benim de suratımın düşük olduğu günler oluyor elbet, insanız tabi ki. Ama odadan çıkınca evdeki çalışanımıza bugün ben kötüyüm, hastayım, yorgunum neyse işte onu söylüyorum. Karşı komşumla karşılaşınca gülümseyecek takatim yoksa ay bugün çok keyifsizim diye açıklıyorum. Sebepsiz surat asmaları protesto ediyorum vesselam.
Kızım da çok suratsız bugün ama onu affediyorum çünkü konuşamıyor. Parka giderken bile surat astı, giderken ağladı, dönerken arıza çıkardı, palto giymek, çıkarmak hatta yemek yemek bile istemedi. Onu neşelendirmek için yaptığım şaklabanlıklara bile bir gülümseyip tekrar surat astı. Sanırım dişi çıktığı için canı yanıyor ondan keyfi yok. Bir konuşsa söyleyecek yavrum ama şimdilik sadece aksilik yapıyor.
Lütfen siz de surat asmayın etrafınızdakilere, ya söyleyin neden keyifsizsiniz ya da bir zahmet gülümseyin.

5 Ekim 2008 Pazar

Bodrum mu? Hıhhh!!!

Yaz sonunda bir arkadaşımız İstanbul’da 5-6 yıldır çalıştığı ihracat firmasından istifa etmek zorunda kaldı. Patronla anlaşmazlık düzeyi yaşanan son bir olayla ayyuka çıkmış, arkadaşımızın yaptığı bir hata nedeniyle hazırladıkları sipariş çöpe gidince de bizim ki aslan gibi madem ben zarar ettirdim o zaman istifa edeyim demiş, tazminatını gömmeyi göze alarak da ayrılmış. Başkası olsa o beni kovsun der hiç tınmazdı ama bizim ki diğer tüm arkadaşların “enayi” benimse aferin nidalarım ile işten ayrıldı. Neyse uzatmayayım artık işsiz olması vesilesi ile uzun yaz tatilini geçirmek için soluğu ablasının Bodrum’daki yazlığında alan arkadaşım, tatil süresince kendine Bodrum’daki bir firmada iş ayarladı ve aniden Bodrum’a taşınma kararı aldı. Evli ya da çocuklu olmaması, İstanbul’da kirada yaşıyor oluşu ve Bodrum’da hazır ev bulunması (ablasının yazlığı) bu kararında etkili rol oynadı. Yine yakın bir arkadaşımızın da “herkesin emeklilik için hayal ettiğini sen şimdi yapacaksın, hazır seni bağlayan ve riske atacağın bir şey yokken yapman çok mantıklı” diye desteklemesi ise kararını ne kadar etkiledi bilmiyorum. Velhasıl gitti, yerleşti ve çalışmaya başladı. Geçenlerde ona Bodrum’da kışın hayat nasıl diye mail atmış ve cevap verirken ballandırmamasını rica etmiştim. Bu ricama karşılık yazdığı mail şöyle oldu: “küçük bir sahil kasabasına yerleşmek çok kötü, emekli olmak gibi, çok kötü oluyor kışın burası; kasvetli hava, tiyatro sinema yok, yiyecek ekmek bulamıyorsun, pasta yiyorsun. Hiçbir şey yapamıyorsun denize giriyorsun, güneş batarken hüzünleniyorsun içki içiyorsun, trafik diye bir şey yok, sokağa arabanı park edebiliyorsun, kimse otopark parası istemiyor, hava bedava su bedava.. Böyle bir hayata alışmak çok zor inan bana..” Fark ettiğiniz üzere benimle dalgasını geçip keyfinin gayet yerinde olduğunu belirtmiş haliyle bana da “seni mikrop seni!” demek kaldı, bayağı kıskandım onu. Bu arada bayram tatili vesilesi ile İstanbul’a geleceğini söyleyince farklı düşüncelere gark oldum, kıskançlığım geçti. Nasıl mı?
İnsan İstanbul’un kalabalığı, trafiği, koşturması içindeyken ilk tatil fırsatında buradan kaçmayı, mesela Bodrum’a gitmeyi pek hoş buluyor, tatil beldelerine gidenlere iç geçiriyor. Ama tatil beldesinde yaşayan da fırsat bulunca İstanbul’a koşuyor. İstanbul’da olan için Bodrum’a gitmek ne kadar cool ise Bodrum’un yerlisi olan için de tatilde İstanbul’a gitmek o kadar cool. Yani komşunun tavuğu komşuya kaz görünür hesabı. Ya da bir şeyin iyiliğini, güzelliğini, kıymetini yanındaki kötülük, çirkinliklerin ve zorlukların belirlediği düşüncesi…
Sonra kafamda bu örnekleri çoğalttım. Bir şirkette çalışmayı bıraktığımdan beri, eskiden pek hevesle beklediğim Cuma günlerinin artık benim için özel olmadığını, çünkü Pazartesi günü işe gitme zorunluluğu yokken Cuma’nın da anlamı olmadığını fark ettim. Ya da tam tersi yazın bunaldığım güneşli havaların, yağmurların başlaması ile arada bir ortaya çıkmasının ne kadar değerli olduğunu anladım. Bunun gibi binlercesi var beni uzatmayayım.
Sonuç olarak Bodrum’a taşınan arkadaşım havalar iyice soğuyana kadar her gün denize giriyor olabilir ama denize girmekten benim kısacık tatilimde aldığım kadar zevk alabildiğini sanmıyorum. Kalabalık ve trafik çok kötü evet ama yaşlanmadan ıssızlaşmak da öyle değil mi? Sahip olduklarımızla, olduğumuz yerle mutlu olmalıyız diye bilgece sonlandırdım düşünmeyi.

2 Ekim 2008 Perşembe

Hastayım, hastasın, hasta

Bugün bayramın 3. günü itibari ile hastayım. Geçtiğimiz ay önce benim hastalığım ile başlayan, sonra evdeki herkesin hasta olması ve kızımın zatüre olması ile sonlanan durumdan dersimi aldığım için hemen ilaç tedavisine ve streril maske takmaya başladım. Tabi beni dışarda maske ile dolaşırken gören insanlar da tuhaf tuhaf bakmaya başladılar. Bunu hiç anlamıyorum, etrafındakilere solunum yolu ile hastalık bulaştırmamak için maske takman gerektiğini kimse bilmiyor mu? Neden herkes bulaşıcı HIV taşıyormuşum ya da lösemili imişim gibi bakıyor anlamıyorum. Bu arada gerçekten bu hastalıklara yakalananları bir kez daha anladım. Toplum hastalıklara karşı cahil ve de hasta insandan öcüden korkutuğundan daha çok korkuyor, toplumsal dışlanma bu olsa gerek. Allah hepimizin müstehakını versin diyorum.
Bu arada bayram için yaptığım planların % 75'ini gerçekleştirdim ama hasta olmam sebebi ile bir kısmını erteledim. Evde yatmak istemediğim için, benden bağımsız şekilde kendini hasta eden kardeşimle birlikte sinemaya gitmeye karar verdim. Eğer grip olduk diye bizi almamazlık etmezler ise maskelerimizi takıp sinemaya gideceğiz. Nerdeyse vizyondan kalkmak üzere olan women filmini görmek istiyorum. Bakalım seansı yakalayabilecekmiyiz.
Bayram boyunca çalışacağını söyleyen eşim bana süpriz yaptı, ilk gün çalışmadı. Bu duruma en çok ben ve de kayınvalidem sevindik. Eşimin annesinin evinde bayram kahvaltısı, aile ile görüşme güzel bir gün geçirmemizi sağladı, gerçi evde tek başına takılmaya alışmış kızım fazla kalabalıktan biraz huysuzlandı ama olsun. Bu duruma çocuklarda aşırı uyarılma diyorlar. Dikkatini çekecek çok fazla farklı eşya, ortam ve insan görünce çocuğun nevri dönüyor. Eve dönüp kendi koltuğu ve rahat salonunun kraliçesi olunca normale döndü. Akşam da babamız bizi güzel bir yemeğe götürdü. Aslında kızım restaurantın oyun parkından çıkarken çok ağladı ve güne karizmatik bir nokta koydu ise de bunu unutarak hala güzel bir yemekti diyorum. Son olarak da karşı konşumuz ve fahri anneannemizi ziyaret ettik. Bayram görevlerimiz tamam oldu. Tabi ki başka şehirde yaşayan gerçek anneanne ve dedemizi, teyzelerimizi ve sevdiklerimizi aramayı ihmal etmedik.
Bir bayram daha böyle geçti, artık lafı uzatmamalı ve sinemaya yetişmek için laptopumu kapamalıyım. :)