25 Ocak 2011 Salı

Çalışma Saatleri

İlk bölümünü yayınladığım kitabımın diğer bölümlerini de yayınlamaya devam ediyorum. Ancak kitaptaki sıralama ile değil. Zaten her başlık ayrı bir konu bu yüzden münferit olarak da okunabilir. İyi okumalar.

BÖLÜM 5-------ÇALIŞMA SAATLERİ
İş hayatına yeni başlayan insanların en temel sıkıntısı çalışma saatleridir sanırım. Erken kalkmaya alışmak, yaşamını iş saatlerine göre düzenlemek, zamanı en verimli kullanmanın binbir “hin” yolunu bulmak ilk uğraşlarınız olacaktır. Ama bende mi bir anormallik var bilmem, onca çalışma yılından sonra hala çalışma saatleri hakkında yakınabiliyorum ve anlamadığım şeyler var. Ya isyankar ruhumu yeterince bastırmayı başaramadılar ve ben toplumsal bir “çıkıntıyım” ya da herkes benim gibi ama onların dillendirecek cesaretleri yok. Mesai, çalışma saati falan gibi kavramları türetip uygulamaya geçiren toplumun baştaki amaçlarını anlıyorum. İş hayatını doğuran ekonomik yaşam, alışverişin kişiler, ve toplum ilerledikçe de kurumlar arasında sorunsuz yürüyebilmesi için herkesin aynı saatlerde çalışmasını gerektirmiştir. İnsanların avlanıp, meyve toplayıp bunları takas ettikleri günlerde, birinin elinde her an çürümeye başlayacak bir geyik ile elma toplayan adamı saatlerce beklemesi ama elmacının o saatte fiesta yapıyor olması sebebiyle, bir karar alınmış ve takas şu saatler arasında olacak denmiş galiba. Ondan sonra da her türlü alışveriş ve ekonomik düzenlemeler, belli saatler arasında çalışılacağı düşünülerek yapılmış. Günümüzde de her firmanın işini ve genel ekonomiyi bir alışveriş hadisesi olarak özetlersek ve alışveriş için tarafların aynı zaman aralığında tüm teçhizatı ve personeli ile hazır olması gerektiği düşünülürse mesai saati kavramının nereden çıktığını anlamak kolay. Bakınız ne kadar güzel sosyolojik açıklamalar yapıyorum. Daha iyi açıklayacak olan varsa beri gelsin, aldığım sosyolojiye giriş dersleri ile ben ancak bu kadar mantık yürütüyorum.

Neyse çıkış noktasını anladık ama insanoğlu medeniyeti ve teknolojisi ilerledikçe pek çok kavramını ve uygulamasını değiştiriyor, geliştiriyor. Bunların önce “daha batılı” medeniyetlerde vuku bulması ve bize çoook sonra gelmesi de her zaman ki normal durum. Ama bende, hem batıda bu konudaki gelişmelerin biraz yavaş olduğu hem de bize gelmelerinin normalden daha yavaş olduğu izlenimi var. Yani home office uygulamaları, farklı çalışma saatleri Amerika’da bile daha çok yeni, biz de ise hak getire! Tüm insanlığın bu konuda biraz daha çok çalışmasını ve yeni uygulamalar getirmesini rica ediyorum.

Efendim mesajımı da verdikten sonra çalışma saatleri ile ilgili pratikte yani günlük hayatta nelere sinir olduğumu aktarmak istiyorum. Her iş yerinin çalışma saatleri farklıdır ama aşağı yukarı herkes sabah sekiz ile dokuz arasında bir zamanda işe başlamaktadır. İşten çıkış saatinde ise çoğu firmanın kendi içinde bile tutarlılığı yoktur.

İş kanununda günlük ve haftalık toplam çalışma saatleri belirtilir ve bunu aşan her durumda fazla mesai uygulaması yapılması söylenir. Bu bir öneri değil bir zorunluluktur ama çoğu firma bunu bir öneri gibi algılar ve dikkate almaz. Mavi yakalı personel için pek sorun olmaz çünkü yüzde doksan mavi yakalı personel yani üretimde çalışan işçiler fazla mesaisini alır. Ama idari personeline, ofis çalışanlarına fazla mesai veren pek firma bulamazsınız, hatta çoook kurumsal yerler bile vermez. Neden acaba? Ofis personeli daha mı kıymetsizdir? Ya da buna itiraz edebilecek gücü, sendikası, grev şansı mı yoktur? Sebebini değil ama sonucunu hepimiz biliyoruz.

İlk işinizi arıyorsanız veya iş değiştirecekseniz, iş ilanlarındaki “esnek çalışma saatlerine uyum gösterecek” ibaresini gördüğünüz ilanlara başvurmaktan kaçının. Gerçi bu, iş ilanlarının “ekip çalışmasına yatkın”dan sonraki en favori kriteri haline gelmiştir ve çoğu yerde karşınıza çıkabilir ama bunu söylemeyen firmalardaki çalışma saatleri uygulamaları bile bu denli beterse, bunu ayan beyan ifade eden firma size “sabah söylediğim saatte işe geleceksin ama çıkış saatin hakkında plan yapmayacaksın, bir de kaçta çıkarsan çık, bu, ertesi sabah işe geliş saatini etkilemeyecek, ona göre!” demektedir. Sizde de bu cümle bir irkilme yarattı ise dediğimi yapın ve o ilandan uzak durun.

Neyse tekrar başa döneyim, bir sıra ile anlatayım istiyorum. Bir kere sabah sekiz de işe başlayan yerlere özellikle de işi, ofiste beyaz yakalı personel tarafından icra edilen firmalara şunu sormak istiyorum; “sabah sekizde müşteri arayan, müşteriye giden veya mühendis ise proje çizmeye başlayan personeliniz var mı?” Olduğunu sanıyorsanız gerçekten iyi rol kesiyorlar demektir ki hemen ödüllendirin. Benim kendi gözlemlerim ve etraftan duyduklarıma göre insanların sabah dokuz buçuk, ondan önce afyonu patlamıyor. Bu sebeple afyonları patlayana kadar ofiste olsalar da çalışmıyorlar. Ya da zaten çalışmalarına imkan yok. Misal adam satışçı ama o saatte kimseyi arayıp randevu alamaz, çıkıp o saatte kimseye gidemez, satınalmacı için de keza aynı durum var. Sabahın köründe başlanıp yapılabilecek işi olanların da ofise gelir gelmez çalışmak içinden gelmiyor zaten. Hali ile çalışma keyfi ya da imkanı hasıl oluncaya kadar ki sürede insanlar, zamanlarını, imkanların el verdiği ölçüde ofiste kahvaltı yaparak, arkadaşları ile akşam veya haftasonu ne yaptıklarını konuşarak, e-maillerine gelen geyik muhabbetlerini ya da fıkraları okuyarak, internetten gazetelere bakarak, çay kahve içerek geçiriyorlar. “Belli sürelerde zaten bunu yapacaklar, o yüzden ofise mümkün olan en erken zamanda getirtip, biran önce bunları geçip işe başladıklarında da yine erken bir saat olmasını sağlamaya çalışıyoruz” diyebilirsiniz ama ben yine de, bırakın evde kahvaltı edelim, gazeteyi evde okuyalım, ev ahalisinden bir iki kişi ile iki laf edip sosyalleşelim de ofise makul bir saatte gelip direkt işe başlayalım derim. Deneyin daha iyi sonuçlar alırsanız teşekkür edeceksiniz.

Sabah dokuz civarı işe başlayan iş yerleri daha iyi görünmekle birlikte onların da çoğu, yerleşim birimlerine uzak, çok sayıda personeli olan, dolayısı ile toplanıp işe başlaması biraz vakit alacağı için mesaiyi dokuzda başlatan firmalardır. Yani sekizde de başlatsanız dokuzda da başlatsanız, iş yerine varma süresi yüzünden ortalama bir çalışanın günü, sabaha altı ile yedi arasında başlamaktadır. Tabi İstanbul’un bir ucunda oturup öbür ucunda çalışan bazı zavallıların sabah beş buçukta kalktığı haberleri de geliyor ama onlara denecek birşey yok, beter olun diyorum ve istisna oldukları için dikkate almıyorum. Neyse altı ile yedi arasında kalkan bir kişinin yaz ayları hariç genelde mevsimlerden kış ise kör karanlıkta, bahar ayları ise alacakaranlıkta kalktığı sonucu çıkar. Yani daha güneşi bile göremeden günümüz başlar. Çoğu insan için bu başlı başına bir mutsuzluk sebebi olur. Çünkü insanoğlunun biyolojik saati aslında güneşte çalışmaya, karanlıkta da dinlenmeye programlıdır (bakınız biyoloji de parçalıyorum). Bu sebeple servise binince uyumaya başlayan, hatta özel aracı ile işe giderken direksiyonda uyuyan pek çok kişi mevcuttur. Serviste tekrar uyuyamayacak kadar ayılmış olanların suratsız, direksiyon başında uyumayanların da agresif ve trafik canavarı olduklarını hepimiz gözlemliyoruz. Yani mecburiyet sizi işe götürmektedir ama bedeniniz ve ruhunuz buna karşı koymaktadır. Durum işe vardıktan sonra da bir süre değişmez, bu süre sizi uyandırıp normale döndürecek teçhizatın veya olayların ne olduğu ve ne kadar sürede temin edildiği ya da gerçekleştiğine bağlıdır, bir fincan kahve veya çay ile halloluyorsa ne ala. Ama başka şeyler gerekiyorsa durumunuz vahim. Velhasılı mesai saatinin başlangıcı mutsuzluk için başlıbaşına bir sebeptir.

İlk başlarda yalnızca erken bulduğunuz için yakındığınız işe başlama saati, bir süre sonra işten çıkış saatinizle de ilgili olmaya başlar. Türkiye’de çalışanların çoğunluğu ortalamada evine akşam saat sekiz civarında varmakta (burada da istatistiki bilgi sunuyorum, gözden kaçmasın). Erkekseniz işiniz biraz daha kolay, o saatte sofraya oturmak, gazetelere bakmak, televizyon seyretmek için hala biraz vaktiniz var. Ama bayansanız durum pek iç açıcı değil. Ekonomik durumunuz çok harika değilse eve geldiğinizde yemek yapmak ya da en azından yemekleri ısıtmak, ilave yapmak, salata yapmak, sofra hazırlamak, sonra sofra toplamak, bulaşıkları makineye dizmek, ertesi günün yemeğini pişirmek veya planlamak, eşinizin veya sevgilinizin dağınıklığını toplamak, haftasonunu bekleyemeyecek kirlileri makineye atmak, asmak veya ütülemek, çocuğunuz varsa onunla ilgilenmek, ödevlerini yaptırmak (hatta yapmak), ertesi gün giyeceklerinizi hazırlamak, makyajınızı temizlemek, çocuğunuzu yatırmak vb işlerle dolu bir programınız var. Yani eve gelince sizin ikinci mesainiz başlıyor. Evde sürekli, temizlikçisi ve yardımcısı bulunan şanslı zümrenin bile en azından organizasyon ve buyurarak yaptırmak üzerine bir sorumluluğu var. Eve gelip kendini koltuğa atan, sofra hazır olunca oturup, bir tabak bile kaldırmadan televizyon başına dönebilen kadın en iyi durumdakilerde bile pek yok. Yani eve gelince gece yatma saatine kadar yapmanız gereken çok iş var. Bu işler uzadıkça, değişiklik veya olağanüstü durumlar oldukça, ki evlenip, eş ve çocuk sahibi oldukça iş listesi uzayacaktır, sizin yatış saatiniz de otomatikman daha geç saatlere kayacaktır. Çoğu kadın yatmadan önce kitap okumanın, evde biraz müzik dinleyip rahatlamanın keyfine varamadan bir hengame ile evdeki saatlerini tüketip, bitap vaziyette yatağa düşmektedir. Yine de ertesi sabah aynı saatte kalkıp işe giden kadınları neden kimse takdir etmiyor anlamıyorum. Hele sabah işe gitmeden çocuğuna kahvaltı yaptıran, giydiren ve okula gönderen anneleri ağzım açık hayret ve takdir ile karşılıyorum. Ama ne eşleri ne de işverenleri buna sempati ile bakıp bir kolaylık sağlamıyorlar. Sonuçta işten çıkıp eve varması ile uyuyup yeni bir güne başlayabilmesi arasında oldukça kısa süre olan bir çalışanın, sabahın erken saatlerinde başlayan mesaiye mutlu ve verimli şekilde gitmesi pek mümkün görünmüyor.

Hadi kadınların anne ve eş olmaktan kaynaklı hallerini bir kenara bırakalım, bekar ve özgür kadınlar ve aynı durumdaki beylerden oluşan bir zümre için duruma bakalım. Geç saatlere kadar süren bir toplantıdan, fazla mesaiden sonra bu insanların da yemek yemesi, televizyon seyretmesi, bir iki tane ofis dışından insanla sohbet edebilmesi, biraz kitap okuyabilmesi lazım değil mi, bunları yapmadan nasıl deşarj olacak, nasıl yeni güne başlayacak? Dokuzda işten çıkıp dokuz buçuk on gibi eve gelen hadi daha iyi ihtimal sekizde eve gelen kişinin bile en fazla dört saati vardır. İşe geç kalmamak ve iş yerinde uyumamak için en geç saat onikide yatılması gerektiğini tecrübe ile öğrenmiş bulunuyorum. Sekiz ila on iki arasındaki dört saatte de, bekar iken de evli iken de asla işlerimi ve yapmak istediklerimi yetiştiremedim. Çoğu zaman geç yatarak uykumdan fedakarlık ettim, yorgunluktan erken yattığım zamanlarda da kendimi sadece çalışmaya programlı bir köle gibi hissettim.

Akşamları bir kursa gitmek isteseniz kurslar saat yedi de bilemedin yedi buçukta başlar, iş yerinden erken çıkmadan yetişmek çoğu insan için imkansızdır. Bu, her tür kurs için (dil kursu, dans kursu, hobi kursları), mba programları, akşam üniversiteleri için de geçerlidir. Yani hafta içi akşam bir kursa ya da okula giderek kendini geliştirme şansınız oldukça azdır. İş yerinden haftada iki üç gün erken çıkma hakkı koparabilirseniz ne ala. Peki ben nasıl kendimi geliştireceğim, nasıl dinleneceğim, nasıl sosyalleşeceğim? “O senin problemin” der iş yeriniz. Bu bizim problemimizdir arakadaşlar, çalışıp da bundan yakınmayanınız var mı?

Hadi mesainin başlama ve bitiş saatlerini, bunların bizdeki etkilerini geçelim. Bir de genel olarak toplam çalışma saati ile ilgili söylemek istediklerim var. Amerikada yapılan araştırmaları hep takip ederim, nereden takip ediyorsun derseniz “Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre” diye başlayan cümleler ile verilen haber ve yazılardan. Şimdi bunlara göre (adamlar oturup ölçmüşler), bir ofiste gerçekten çalışılan zaman üç ya da dört saati geçmiyor. Yani iş çıkarılan, orada bulunma sebebine atfedilmiş zaman toplam mesainin yarısı hatta daha azı kadar. Eee, madem bu tespit edilmiş bir gerçek niye sekiz dokuz saat ofiste zaman öldürüyoruz, kardeşim? Eminim aynı uzmanlar en verimli çalışma saatlerini de ölçebilirler hatta ölçmüşlerdir bile, o zamanlarda çalışalım sonra salıverin bizi. Farkında olmadan bize haybeye para ödüyorsunuz. Böyle söyleyeyim belki para falan deyince uyanırsınız.

Bir de işi gereği aslında ofiste geçridiği zaman hiç de anlamlı olmayan insanlar var, mesela adam tasarımcıysa ofiste sekiz kişi ile aynı odada bir küçük masa ve poposunu zor sığdırdığı bir sandalyede, milletin konuşması içinde ne tasarlamasını bekliyorsun? Mühim olan adamın tasarımı belli bir sürede çıkarması ise bırak kendi haline, istediği zaman gelsin istediği zaman gitsin, istediği köşede hatta isterse dışarıda çalışsın, sonuçta sana istediğin zamanda istediğin sonucu getirsin. Ya da adam satışçı, bir kotası var, ona şu saatte ofise gel, akşam şu saatten önce ofise gelme, o saate kadar sahada ol diye niye kasıyorsun? Kota vermişsin adama, istediğin kadar satamazsa koyarsın kapının önüne, ha satıyor mu bırak istediği gibi çalışsın. Son çalıştığım firmada satış ekibi sabah herkesle birlikte 8:15’te ofise gelmek, en geç saat dokuzda sahaya çıkmak ve akşam saat beşten önce de dönmemek zorunda idi. Tabi satış ekibi de işin kolayını bulmuştu, o saatte gidecek randevusu, müşterisi yoksa ya da gitmek istemiyorsa dışarda kahvaltısını yapar, ayılır, akşam da işi erken bitti ise gene kendi işleri ile ilgilenir, oyalanır gezer söylenen saatte de ofise dönerdi. Satışını tutturduğu sürece sen ne yapıyorsun dışarıda diyen olmaz, kimse takip etmezdi, yeterki söylenen saatte gel ve git. Madem mühim olan satış o zaman niye karışıyorsun kardeşim bırak kendi planını kendi yapsın. Yok olur mu, sürü zihniyeti ile işe gelinip, sürü zihniyeti ile gidilecek, böylece düzen sağlanmış olacak. Asayiş berkemal hesabı.

Mesela benim işim de aslında pekala ofise arasıra uğranarak evden ya da herhangi bir yerden yapılabilecek bir işti. Gün içinde yurtdışındaki müşteriler ile telefonla konuşuyor, siparişlerini e-mail veya faksla alıyor, problemleri oluyorsa bunu üretime, ar-ge’ye bildiriyor, arasıra yurtdışında fuara veya müşteri ziyaretine gidiyordum. Bu işler bir laptop, bir cep telefonu ve ofise haftada bir iki saat uğrama ile halledilebilir işler. Bir bilgisayar ve bir telefon ile hem müşterilerle hem de fabrika ile temasta olabilir, işleri aynı şekilde yapabilirdim. Zaten ofiste iken de siparişi sözlü geçmiyordum, iki adım ötedeki üretim müdürüne ya e-maille ya da faksı vererek siparişi aktardığıma göre ne değişirdi? Ofiste benim işimden anlayan sık sık sormam, akıl almam gereken kimse yoktu, karar alınması gerektiği aşamada da yöneticimin bana zaman ayırması için zaten randevu almam gerekiyordu. Yani mesai saatleri benim için çok çok gereksizdi. Ama bu konuda kime itiraz edebildim? Hiç kimseye.

Yöneticiler ve işverenler, çalışanların ofiste oturmalarının maliyetini hesaplamayı başarsalar, işleri, yapılma şekilleri, zamanları ve şartlarına göre tekrar değerlendirebilseler, (uzun saatler anlamında değil, gerçek anlamında) esnek çalışma saatlerine, home ofis uygulamalarına kavuşup daha mutlu olabilirdik gibi geliyor bana.

Hiç yorum yok: