25 Ocak 2011 Salı

İş yerinde giyim kuşam

Bu bölüm çalışan kadınlara adanmıştır. Ne anlattığımı en iyi onlar anlar :)

BÖLÜM 13-----GİYİM KUŞAM, SAÇ, MAKYAJ

Çalışamakla ilgili en çok nefret ettiğim şeylerden biri giyim kuşam problemi. Bir kere insanın özgürce giyinmesi diye bir şey yok. O gün nasıl hissettiğinizin, ne giymek istediğinizin bir önemi yok. İş yerinizin giyim kuralları çerçevesinde, pozisyonunuzun gerektirdiği gibi giyinmek zorundasınız. Modern çalışan kadın için genel geçer kural, ceket pantolon ya da ceket etekten oluşan takımlar giymektir. Makbul olanı koyu renklerdir. İçine gömlek ya da body denilen bluzlardan giyilir. Altına topuklu ayakkabı ya da çizme. Saçlar fönlü olmalı, hafif bir makyaj yapılmalıdır. Aşırı dekolte her yerde yasaktır. Fazla canlı renkler, otantik takılar, düz ayakkabılar, spor kesimli pantolon ya da etekler göze batar. Sürdüğünüz ruj bile mevzu olabilir. Eğer biraz daha yüksek bir mevkiideyseniz daha renkli ve daha göze batan takımlar, elbiseler giyebilirsiniz. Bu söylediklerime hepiniz şahitsiniz zaten.
Ben öncelikle şu ceket mevzusuna parmak basmak istiyorum. Lütfen birisi bana ceket gibi rahatsız bir giyecekle, nasıl günde sekiz dokuz saat geçirilebileceğini anlatsın. Bir kere ceketle asla bilgisayar karşısında rahat edilmez. O ceket mutlak çıkarılır ve sandalye arkasına asılır. Demek ki rahat değil kardeşim, o zaman bir sürü para verip pantolon ve eteklerimizle aynı kumaştan dikilmiş bu ceketleri niye alıyoruz? Her gün bizimle mesaiye gelip sandalyede arkamızı kollasınlar diye mi? Ceket giyilebilen tek yer toplantı masasıdır. Orada birşey yapmayıp sadece oturduğunuz için bu işkenceye dayanmak daha kolaydır. Evet neymiş aslında hepimizin ihtiyacı olan şey, tüm kıyafetlerimize uyan bir ceket bulup onu ofiste muhafaza etmek ve toplantı olacağı vakit sırtımıza geçirivermek.

İlk iş yerimdeki, ilk yöneticim bize hep şöyle derdi “ insan nasıl giyerse öyle düşünür ve öyle davranır, spor giyinirseniz spor davranırsınız, ciddi giyinirseniz ciddi davranır ve ciddi düşünürsünüz”. Yani onun teorisine göre iş ciddiyeti ve iş yapma becerisi cekete bağlıydı. Halbuki iş ciddiyeti dediğiniz şey işinizi iyi yapmak, sonuç elde etmek ve iş yapma becerisi de yaratıcı veya pratik zeka ile işinizi kolay ve daha iyi yapma yolları bulmak değil mi? Peki creative yani yaratıcı işler yapan, birşeyler üreten veya icat eden kişileri bir düşünün, sanatçılar, ressamlar, bilgisayar yazılımcıları, mucitler, bilim adamları, reklamcılar bunların hangisi çalışırken ceket giyiyor sizce. Yani yaratıcı zekanın giyimle hiçbir ilgisi yok. Varsa bile özgür bir bedenle daha iyi şeyler üreteceğimiz kesin. Ama tabi iş hayatındaki ilk yöneticim aslında haklıydı. Çünkü burası Türkiye idi, çalıştığınız firmada aslında sizden bir fikir üretmeniz hatta düşünmeniz bile istenmiyordu, sadece verilen işleri istendiği gibi yapmanız yeterli idi. Bu durumda ceket giyen kişiler, nerede olduklarını, genel komutların neler olduğunu asla unutamayacak kadar diken üstünde olacak ve daha kabul göreceklerdi.

Ceket mevzusunu bir tarafa bırakalım. “Kaç para kazanıyorsunuz ki giyim kuşama bu kadar para yatırıyorsunuz” konusunu ele alalım. Çalışan bir bayan asla aynı kıyafetle üst üste iki gün işe gitmez. Hatta aynı kıyafeti, tamamen aynı şekilde asla giyinmez. Bir giydiği parçayı bir daha giymeme lüksüne sahip değilseniz bile onu hep değişik şekillerde kombine etmeniz beklenir. Kim mi bekler? Ofisteki diğer insanlar tabi, çoğunlukla da diğer bayanlar. Aldığı maaşın tamamını, ya da çoğunu giyim kuşama yatıran kaç kişi var? Hiç de az sayıda değil. Yani sizler aslında kıyafet almak için günde sekiz-dokuz saat çalışıyorsunuz ve o kıyafetleri de sekiz dokuz saat çalıştığınız yer için alıyorsunuz. Yumurta ve tavuk meselesi gibi değil mi bu? Çalışmıyor olsa da bayanların giyime para harcayacağı kesin ama kabul edin çalışmasanız, aynı kesime sahip bir sürü ceket pantolon takıma tonlarca para yatırmazdınız.

Hadi giyime harcadığınız parayı dengelediğinizi veya sorun olmadığını düşünelim. Pek ya her gün “bugün ne giyeceğim” derdi ne olacak. Bir hafta boyunca ne giyeceğini planlayıp prova eden arkadaşlarım var. Ben de senelerce her akşam, ertesi gün ne giyeceğimi planlamadan yatağa gidemedim. Çünkü sabahın kör karanlığında uykulu bir halde buna karar vermek imkansızdır ve kesin işe geç kalırsınız. Bir sürü para harcayıp yığınla kıyafet alırsınız ama bu sorunlarınızı çözmez. Şimdi dolu bir gardrop önünde ertesi gün ne giyeceğinize karar vermeniz gerekir. “Ay bu etek olmaz yarın bütün gün masada oturacağım bununla rahat hareket edemem, bu bluz olmaz yarın üşürüm, bu kazak ofiste beni terletiyor, Bu beyaz renkli gömleğin kolları masada çok çabuk kirleniyor, hah bu eteği giyeyim ama hay allah bunun altına uyan renkteki çorabım kaçmış. Tamam buldum şu takımı giyeyim ama bunun altına sadece ince topuklu siyah ayakkabılarım güzel duruyor, ama yarın yağmur yağacak, o ayakkabılarla sokağa çıkılmaz ki”. Ve bunun gibi bir sürü cümle kafanızda, siz aptal aptal dolap karşısında bakınırken anneniz ya da eşiniz gelir ve “ne yapıyorsun” diye sorar. “Yarın için giyecek bir şey bulamıyorum, of giyecek hiçbirşeyim yok” dersiniz. Karşınızdaki haklı insan da bir dolaba ve bir size bakıp, “dolap ağzına kadar giyecek dolu, sürekli birşeyler alıyorsun ama hala giyecek birşey bulamıyorsun” der. Çoğu erkek neden siyah renkte binbir türlü ayakkabı aldığımızı asla anlamaz. “Ama hayatım daha geçen ay siyah ayakkabı almadın mı sen, yine siyah ayakkabı almışsın”. Siz de sinirlenirsiniz; “ama o sivri burunlu ve yüksek topuklu idi, her gün giyilmiyor ayağımı acıtıyor, bu ise küt burunlu ve yarım topuklu”. Ardından on puanlık uzmanlık sorusu gelir: “İyi de madem giyemeyecektin niye öbürlerini aldın?” Her gün işe başka bir şey giymeye kendini mecbur hisseden ve bu kıyafetlerin herbirine ayakkabı uydurması gerektiğine inanan, çalışan kadının, derdini anlayan bir tek erkek veya “ev hanımı” anne bulunmaz. Ev hanımı diye özellikle belirtiyorum. Çünkü ortalama bir ev hanımı giyimine çalışan ortalama bir iş kadınından çok daha az para harcar. Çalışan kadınların maaşlarını giyim kuşama yatırmalarını da erkekler kadar anlamsız bulurlar.

Saçlar da ayrı bir derttir. Her hafta başında saçına fön çektirip bir hafta saçını yıkamayanını mı istersin, her gün kuaföre gidip maaşı saçına yedirenini mi? Lepiska gibi düz saçları olan nadir şanslı zümre saçını rejoce reklamındaki gibi yıkayıp çıkar ve iyi görünür. Onlar kuaföre gittiğinde dalgalı fön çektirirler. Bu da çok sık gerekmez. Ama esas çoğunluk hafif dalgalı dediğimiz türden saça sahip olanlardır. Bu bayanlar saçını yıkayıp kendi haline bırakırsa, saçlarının her birinin bir tarafa bakması eğilimi gözlenmiştir. Kimisinde elektrik çarpmış gibi kabarma baş gösterir. Evdeki fön makinesi ve fırça ile yapılan uğraşlar saçları ancak yatıştırmaya yarar. Asla kuaförden çıkmış gibi hoş ve bakımlı görünmezsiniz. Hatta “hafif dalgalı saçlara” sahip biriyseniz, sırf saçlarınızla daha fazla uğraşmamak için bir sürü para verir, iyi bir kuaförde kısa bir kesim yaptırırsınız. Kuaförden çıkınca mutlusunuzdur, ama ilk saç yıkamasından sonra asla saçlarınızı kuaförünüz gibi şekillendiremez, hatta artık toka ile toplama şansınız da olmadığı için pişman olursunuz. Kuaförler çalışan kadınların mecburiyeti haline gelmiş para ve zaman tuzaklarıdır. Ama çalışıyorsanız bundan kurtulamazsınız.

Ben küçüklükten beri makyaj yapmayı çok severdim. Ama çalışmaya başladıktan sonra makyaj yapmak da bir işkence oldu. Bir kere sabahın yedisinde insanın yüzüne fondoten, allık, ruj, far, rimel sürmesi ve yedi buçuk civarında pür makyaj sokağa çıkması kulağa ne kadar normal geliyor. Hadi kabul edelim bayanlar, iş yerlerinde hafif makyaj diye tabir edilen şey asla hafif değildir. Orada size söylenen şey masmavi göz kapakları, kırmızı dudaklar ve gözlerinizde sürme ile işe gelmemeniz, ama hoş görünmenizdir. Hoş görünmek için kaliteli bir fondoten ile cilt tek bir renk haline getirilir, sivilcelere kapatıcı ve tüm bunların üstüne parlamasın diye pudra sürülür, elmacık kemiklere allık yedirilir ve kirpikler rimellenir. Sonunda cilt rengi tonlarında hafif bir makyajla uzaktan bakıldığında hoş gözükebilirsiniz. Ama aslında yüzünüzde bir ton boya vardır. Üstelik bu makyaj malzemeleri gün boyu bulunduğunuz ortamdaki kiri tozu çekip yüzünüze yapıştırır, sıkıntılı anlarınızda eliniz alnınıza gidince fondoten elinize bulaşır ve bilgisayar karşısında gözleriniz sulanıp oğuşturduğunuzda rimeliniz akar. İş yerinde konu makeni değilseniz ve gerçekten çalışıyorsanız sabah yaptığınız “hafif makyajınızla” günü, başladığınız görüntü ile tamamlamanız asla mümkün değildir. Müşteri ile görüşmeden önce “ay bir rujumu tazeliyeyim” diye tuvalete gitmek zorunda olmayan erkek meslektaşlarınız da arkanızdan “ya bu kadın milleti de…” diye başlayan cümleler kurarlar.

Makyaj malzemelerine yatırılan paradan bahsetmeye, bilmem gerek var mı? Bir ceket ya da bir takım elbise fiyatına satılan minicik ambalajlı cilt ürünlerinden almayanınız var mı? Küçücük bir kutudaki bir parça nemlendirici, göz kremi ya da fondotene verdiğiniz para hakkında annenize ya da eşinize yalan söylediğiniz oldu mu? Benim çok oldu. Söyleyip kalp krizi geçirmelerine neden olmak istemedim de ondan. Bir de evde alınmış milyon tane türde makyaj malzemelerini bitmeden bayatladığı için dönem dönem temizleyip çöpe atma ayinleri düzenliyordum ki siz de çekmecenizde iki yıldır sürmediğiniz rujunuzu artık atsanız iyi olur.

İş hayatımın birinci yılında sabah evden çıkarken makyaj yapmayı bıraktım, iş yerine gidince yapıyordum. Sonra iş yerine gidince nasılsa insanlar beni böyle gördü deyip iş yerinde de yapmayı bıraktım. Son zamanlara doğru artık sadece canım çektiğinde makyaj yapmaya başlamıştım. Aslında fena da olmuyordu, sürekli makyaj yapıtığım zamanlarda iltifat almıyordum ama ara sıra makyaj yapmaya başlayınca, ofis arkadaşlarım makyaj yaptığım günlerde iltifat etmeye başladılar. Her şeyin arasırası makbul galiba.

Sonuç olarak kıyafet almak için alışveriş merkezlerinde, saçınıza fön çektirmek için kuaförlerde ve makyaj yapmak için ayna karşısında harcadığınız vakitleri bir düşünün. Bunlar aslında keyif alınacak şeyler olabilir ama iş yerine gitmek için belli aralıklarla isteseniz de istemesiniz de yapınca hiç de keyifli olmuyor. Bana katılanlar var mı? Eminim vardır. İşte iş hayatından bezmek için bir sebep.

Hiç yorum yok: