6 Kasım 2010 Cumartesi

Kaybolmamın hikayesi

Aşağıdaki satırları aslında uzun zamandır konuşamadığım bir arkadaşıma neler olduğunu anlatmak için yazmıştım, ama en son yazımı yazdığım 2009 yılı Ocak ayından bu yana neler olduğunu, neden yazamadığımı açıklamak adına, biraz uzun da olsa blog sayfama da koymak istedim. Aslında kimse okumak zorunda hissetmesin, bir arkadaşa yazarken kendimle hesaplaştığım bir mektuba dönüştü. Kayda geçsin kaybolmasın istedim.

Annem 54 yaşındaydı, grip olup yattığını bile hatırlamam. Bir yeri ağrısa ağrıyor demezdi, bana da hep “sürekli sızlanan kadınlardan olma, eşini bunaltma” derdi. Çünkü 27 yaşında 4 kız çocuğu ile dul kalan anneannem hayatını hastalık hastası olarak geçirmiş (ki hala yaşıyor) ve bununla etrafındakileri en çok da annemi bunaltıp “hastayı” lafından tiksindirmişti. Hiçbir ciddi rahatsızlık geçirmeyen eşi, oğlu doktor olmasına rağmen hayatı boyunca sadece 2 elin parmakları kadar doktora gitmiş olan annem 2008 yılında kanser oldu. Aslında hiçbir rahatsızlığı yoktu, ya da farkında değildi. Sadece son 6 aydır bir halsizlik yaşıyor çabuk yoruluyordu. Akşam üstleri bir yarım saat uyumak ihtiyacı oluyordu. Bir de geceleri sanki biri boğazına çöküyormuş gibi bunalıyor uykudan uyanıyordu. Tabi bunları bana söylememişti. ağabeyimin eşi Elif onu sık sık arardı. Birkaç kez onu akşam 5-6 gibi arayıp hep uyurken yakaladığı için “anne sen bu saatte uyumazdın bir doktora git” diye ısrar edince bir zahmet doktora gitmiş. Benim hala haberim yok. Sonra doktor ulturasonla bakarken karaciğerindeki tümörleri görmüş, ardından kolonoskopi yapılmış ve kolon (yani kalın bağırsak) kanseri teşhisi konulmuş. Hem de 4. evre yani son aşama, yani aslında kurtulma şansı yok. Bir hastanın bu evreye kadar hiçbir belirti göstermeden gelmesi çok tuhaf, ya da biz buna kader diyoruz. Bu aşamada bırak kurtulmayı beş yıldan uzun yaşayanların yüzdesi o kadar düşük ki. Ancak ironik olan durum şu ki bu olaydan 2 sene önce amcam kolon kanserinden ölmüştü ve o zaman kendisi de kanser olan bir bayan doktor arkadaşları babama “Ferhat, Nadire ile siz de bir kolonoskopi yaptırın bak ailende de var, hem artık çok yaygın” demişti. Ama ne annem ne de babam gidip bir kolonoskopi yaptırmayı düşünmemişlerdi. Halbuki annemin babası da bağırsak düğümlenmesinden ölmüş (ki bu da bağırsak kanserinin son aşamasında da görülen bir şey). Ama ya tembellikten ya da gene kaderden, yaptırmamışlardı.
Annem telefonda bana doktora gittiğini boğazında nodül olduğunu söyledi, güya test yapmışlar sonuçları bekliyorlarmış. Önemli bir şey değilmiş falan. Ben İstanbul’dayım ya, hala beni telaşlandırmama derdinde. Sonraki gün (ki resmi olarak eğlendiğim son akşamdı) eşimle dışarıda arkadaşlarımızla buluşup Tabu oynadık ve çok eğlendik, sonra babamı aradım ama babam çok tuhaf konuştu hatta konuşmadı neredeyse. Eve dönerken hiç unutmuyorum bir kırmızı ışıkta eşime” içimde kötü bir his var” dedim, “saçmalama iyi şeyler düşün” dedi. Ben de ona çocukluktan beri nedense hep korktuğum şeyi söyledim “annemin kanser olup ölmesi”. Çünkü küçükken annemi çok üzünce bana hep “beni üzme bak rahmimde kitleler var kanser olurum, annesiz kalırsın” derdi. Eşim yine “saçmalama” dedi tabi.
Sonunda bir akşam bir doktora dersimin final sınavına girecekken evi aradım, telefona abim çıktı (ki normalde mecburi hizmetini yaptığı Gümüşhane’de olması gerekirdi). “Ne oluyor” dedim, “annem hasta” dedi, “nesi var çok mu kötü” diye sordum, “evet kötü” diye cevapladı, “hastalığı ne” dedim, “kanser” dedi, “nasıl yani abi annem ölecek mi?” diye sordum cevap vermedi. Telefonu kapattım, sınava girdim ve sonra eve geldim. Sonraki final sınavımı hocayla konuşup ben gelemiyorum isterseniz bırakın beni diyerek uçak biletlerimizi aldığımız gibi Erzurum’a gittik. Annem hala soğukkanlıydı. O aralar iyileşebileceğine inanıyor muydu bilemiyorum. Önce kemoterapi yapılıp karaciğerdeki tümörleri küçültüp sonra mı bağırsaktaki tümörü alsınlar yoksa tam tersini mi yapsınlar konusunda çok çeşitli doktorlardan fikir alındı, fikirler yüzde 50-50 çıkınca annem o ara Amerika’dan yeni dönmüş ve kişi olarak da onda güven hissi yaratan bir cerrahı dinleyip önce ameliyat olmaya karar verdi, üstelikte ne başka ülkeye ne de büyük şehre gitmeden kendi şehrinde yaptırmaya karar verdi. Bunda nasılsa sonuç aynı olacak ne başka yerlerde sürüneyim, ne boşuna gereksiz para harcatayım düşüncesi mi vardı bilemiyorum. Sonuç olarak Ocak ayında başarılı bir ameliyat geçirdi sonra kemoterapi almaya başladı ama onkoloğu olan doktora inanılmaz sinir oldum, başka biri olsa annem daha uzun yaşar mıydı bilemem ama o doktordan da hiç razı değilim. Neyse 8 ay boyunca annem farklı 3 tip kemoretapi ilacı denedi ama hiçbirinden iyi netice alınamadı, giderek kötüleşti. 8 ay boyunca hastane ve doktor ziyaretleri hariç sadece birkaç kez evden dışarı çıkabildi, normal bir hayat süremedi, sürekli yattı çünkü içinde 30’a yakın tümör barındıran karaciğeri onu çok yoruyordu. Yatağında kitap okuyacak, televizyon seyredeck takati bile yoktu. Kemoterapi gördüğünden doktor fazla insan yanına gelmesin demişti, zaten kimseleri (hatta kendi annesini bile) görmek istemiyordu. Koltukta oturmak, evde birkaç adım atmak hatta konuşmak bile onu yoruyordu. Çoğu zaman tek istediği odasında karanlıkta yatmaktı ama uyku da uyuyamıyordu çünkü çok ağrısı vardı. Temmuz ayında kardeşimin nişanı için binbir güçlükle Ankara’ya gitti, bu yolculuk onu çok sarstı, dönünce daha da kötüleşti ve 1 ay sonra 26 Ağustosta vefat etti. Teşhisi ile vefatı arasında sadece 8 ay vardı. İlk başta ameliyatını yapan doktor ona moral vermek için “beş sene yaşayanlar var” demiş, annem de “bana 5 sene yetmez, yapacak işlerim var en azından on yıla ihtiyacım var” demiş. Gel gör ki 8 ay zamanı varmış sadece.
Hastalığı süresince bizim için çok üzücü olan pek şey de vardı tabi. Abim Gümüşhane’de mecburi hizmetteydi ve eşi ile çocuğu da Trabzon’daydı. Hafta sonları evine gitmek yerine Erzurum’a geliyordu. Kardeşim İstanbul’da çalışıyordu ve kısıtlı izni vardı, ameliyattan sonra annemin yanına hiç gelemedi, onu en son nişanında gördü. Sonra da biz ona hep “sen şimdilik gelme, kısıtlı iznin var, zor bir durum olunca iznini kullanırsın” dedik. Düşüncemiz de; “hiçbirimizin gidemediği bir zaman olursa o zaman iznini alır Hayri gider”di. Ama o izni kullanmak ancak cenazeye nasip oldu. Benim de ev borcu ödediği için gece yarılarına kadar çalışan bir eşim, yabancı olduğu ve kaçak durumda olduğu için uçağa bile binemeyen bir yatılı bakıcım ve daha iki yaşına girmemiş bir kızım vardı. Gerçi doktoram da devam ediyordu ama annemin bütün itirazlarına rağmen bahar döneminde okulu dondurdum. Mümkün olduğu kadar kemoterapilerinde yanına gitmeye çalıştım. Bazen gelme dediği halde gittim. Ama kızım çok küçüktü, bakıcısını yanımda götüremiyordum, onu alıp Erzurum’a gitsem kızıma bakmaktan anneme bir faydam dokunmuyordu. Bu yüzden kızımı bakıcı ve babaannesi ile bırakıp yalnız gidiyordum, öyle olunca da 1 haftadan uzun kalamıyordum.
Annem babamın emekli olmasına izin vermedi belki de “ben ölünce canı sıkılır hiç olmazsa işi devam etsin” diye düşündü. Böylece babam gündüzleri işe gitmeye kalan tüm zamanlarda da (hatta ev işine yakın olduğu için öğlen tatillerinde bile) anneme bakmaya devam etti. Babam işte iken de ortanca teyzem annemle ilgileniyordu. Semra teyzemin eşi yok ve oğlu da yurtdışında okuyordu, genç ve sağlıklıydı yani aslında durumu anneme bakmaya müsaitti. Ancak 7. ayın sonunda teyzem de ufaktan mızmızlanmaya başladı. Böyle olunca ben de ev işlerini yapacak ve babam yokken annemin yanında olacak yatılı bir Gürcü kadın buldum. Annem evinde yabancı birini asla istemiyordu o yüzden teyzemin şikayetlerini söylemek zorunda kaldım. Annem buna çok üzüldü. “Anne niye üzülüyorsun, sonuçta kaç aydır sana baktı, yoruldu kadın” dedim ama o acı acı bakıp “kızım ben teyzelerini ve anneanneni hayat boyu maddi manevi sırtımda taşıdım, hele Semra teyzenin kocası yüzünden babanın başına gelenleri, bizim çektiklerimizi düşününce emeklerime fedakarlıklarıma yazıklar olsun, 7 ayda ne oldu hemen, millet yıllarca hasta bakıyor” dedi. Sonrasında da teyzeme söylemese de aslında ona küstü, teyzem eve gelince yüzüne bile bakmadı. Ben de söylediğime çok üzüldüm ama mecbur kalmıştım. Çünkü teyzem geceleri de evine dönüyordu zaten ve bazı geceler babam annemden kan alıp hastaneye acile götürmek zorunda kalıyor onu evde yalnız bırakınca da aklı çıkıyordu. Zaten yatılı ve rahatça iş buyuracağın biri lazımdı, ve zaten teyzem artık bakmak istemiyordu. Ama gene de annemi üzmenin vicdan azabını hala yaşıyorum. Abimin eşi ile ben annem çok kötüleştikten sonra zaten dönüşümlü olarak hep gidiyorduk, bizden kim varsa o annemle ilgileniyor, yatılı kadın da ev işi yapıyordu. Allah o kadından razı olsun, adı Mzia ve hala beni arıyor. Annemin son günlerinde sürekli İncil’ini çıkarıp dua ediyordu ve annem öldüğü zaman o da ağladı. Annemin son haftasında ben oradaydım ama sonra Elif geldi ve “ikimiz birden kalmamızın gereği yok, sen evine git biraz dinlen, eşinle ilgilen ben gitmeden gene gelirsin” dedi. Kızım da bu kez yanımdaydı. Annemi görmek ve bizi almak için eşim de gelmişti. Annemin durumunun ciddi olduğunu biliyordum, böbrekleri de iflas etmeye başlamıştı, üre vücuda karıştıkça zihin de bulanırmış. Annemin de bazen aklı karışıyordu. Babam da bana sürekli her an her şey olabilir diyordu. Ama ne kadar süreceğini bilemiyordum, biraz evime gitmek istedim (ki bunca şey arasında ben kaba inşaat aldığımız evin içini komple yaptırdım ve taşındım). Belki babam öyle söylese bile annemin o ara öleceğine inanmak istemedim. Uçağa gitmek için evden çıkarken annemi öptüm “ben şimdi gidiyorum ama çok kısa süre sonra tekrar geleceğim” dedim. Bana cevap vermedi, zaten pek kendinde değildi, öptüm, tam odasından çıkarken gittim boynundan bir kez daha öptüm. Bunun ne demek olduğunu anlatmam gerek. Ben öpmeyi çok seven bir insanımdır. Öpemediğim, dokunamadığım hayvanları bile sevmem. Çocukken annemi çok öper ve bunaltırdım. Hatta bana “öpme ne çok öpüyorsun şapur şupur, yanak yanağa koyalım” derdi. Annem hastalanınca doktor kemoterapi bağışıklığı zayıflatıyor diye annemle teması yasakladı, doktor olan ağabeyim daha da abarttı, annem maske takmayı kabul etmediği için bize maske takıp yanında oturmamızı söyledi, “annem mikrop kaparsa sizden bilirim” dedi, biz de dediğini yaptık. Annemi sadece ellerinden öpebiliyorduk ve öpme hastası olmama rağmen ben yasağa uydum 8 ay boyunca annemi yüzünden hiç öpmedim. Oysaki boynu “anne” kokardı ve 17 yaşında annesinden ayrılıp başka şehre gitmiş bir kız olarak ben o kokuya hep hasret kalırdım. Yanından ayrıldığım son gün kapıdan çıkarken ne olursa olsun diyip boynundan öpmem, 8 ay sonra buna cesaret etmem de tuhaftı. Babam beni uğurlarken ağladı “tamam kızım sen git ben burada annenin yanındayım” dedi, anneannem “niye gidiyorsun annen çok kötü” diye beni azarladı. Ama kızını ve beni özlemiş uzun zamandır yeni taşındığı evinde yalnız kalan ve bizi eve götürme hevesi ile gelen eşime “ben gelmiyorum” diyemedim, çünkü daha ne kadar kalmam gerektiğini bilmiyordum. Gidip evde işleri rayına koyup 1 hafta sonra gelirim diye düşünüyordum. Gitmenin vicdan azabı ile gittim. İstanbul’a geldikten 2 gün sonra Elif arayıp “annem çok kötüleşti” dedi, ertesi güne bilet alıp kardeşimle gitme planları yaptık. Kardeşimi bir şey için markete yollamıştım, Elif tekrar aradı ve “annem öldü” dedi.
Her şey bulanıklaştı, düşünemez oldum. Düşünebildiğim ilk an düşündüğüm şey bunu kardeşime nasıl söyleyeceğim oldu. Aylardır “sonra gelirsin, biz gidemediğimiz zaman gidersin” diye yollamadığımız ve nişanından beri 1 aydır annemi görmemiş olan kardeşime bunu nasıl söylerim dedim. İstanbul’a döndüğüme pişman oldum. Sonrasında annemle ilgili geçmişte yaptığım ya da yapmadığım pek çok şeye pişman oldum.

Hastalığı sırasında annem bir gün bana “kızım iki senedir artık çocuklarımı büyüttüm, evlendirdim rahata erdim diye düşünüyordum, 22 sene kayınvalideyle sonra da çocuklarla yaşadıktan sonra kocamla baş başa kaldım, akşamları babanla otuyoruz kahkahalarımı alt kat komşuları bile duyuyorlardı, ama Allah izin vermedi” dedi. Buna gerçekten çok üzüldüm hala hatırlayınca dişlerimin dibi sızlıyor. 3 Temmuz evlilik yıldönümleriydi ve annemin hayli kötü olduğu bir araydı, babam anneme çiçek yollamış annem çiçekleri alınca çok ağlamış, teyzem haber verdi ben de telefon açtım, gıkını çıkarmayan kadın ilk kez bana ağladı “Nişan için Ankara’ya gidip geldiğimden beri çok kötüyüm hiç kendime gelemedim, galiba Allah iyileşmemi istemiyor, baban da bana çiçek yollamış, ne yapayım ben bu saatten sonra çiçeği” dedi. Arkasından babamı aradım “2 gün sonra kemoterapi var, ben ise savaşa hazırlanan asker gibiyim, çok fenayım” dedi. Çünkü son zamanlarda kemoterapi ilaçları da anneme dokunuyordu ve onu şoka sokuyordu, bu titreme şokları sırasında kalbinin durma riski oluyordu. Telefonu kapattım, bir bilet aldım ve onlara sürpriz yaptım. Annem beni görünce tüm hastalığı boyunca yanımda hiç ağlamamış o metanetli kadın ikinci kez ağladı. Benim habersiz gitmemi, durumunun ciddiyetine yordu herhalde ya da zaten çok kırılgan haldeydi. Yine de gitmem onu da babamı da sevindirdi. Tüm o sekiz ay içinde yaptığım için memnun olduğum ve iyi ki yapmışım dediğim tek şey bu.


Sezen Aksu insan acı çekerek güzelleşir demişti, ben de bunu insan gerçek acılar yaşarsa olgunlaşır hayatın nirvanasına erer gibi anlamıştım. Ancak evlat acısı, eş acısı, ciddi maddi sıkıntılar gibi şeylere varmadan bir ebeveynin ölümü ile, ben güzelleşmekten, olgunlaşmaktan çok uzak bir yere savruldum. Annemin cansız bedenini yıkadıklarında ona veda etmek için gusulhaneye girdiğim ve onu kefenden açık kalan tek yeri olan kaşlarının ortasından öptüğüm günden sonra kayboldum. “Merhumeyi erkek evlatları toprağa indirsin” dediklerinde görev bilinci ile annemi kucaklayıp mezara koyan erkek kardeşlerimin halini gördükten sonra kayboldum. Evet yaşadım, hatta annesi genç yaşta ölmüş birinden beklenmeyecek kadar dirayetli davrandım, “annem öldü depresyondayım” diye odalara kapanmadım, eşime ve çocuğuma karşı olan tüm sorumluluklarımı yerine getirdim, evimle ilgilendim, yemeğimi yaptım, kızıma baktım. Hatta oturup anneme ağlayacak vaktim bile pek kalmadı. Ama o acı içimde bir yerlere çöreklendi. Geçenlerde eşim bana “sen eskiden daha hayat doluydun” dedi. Evet öyleydim galiba. Ben komik bir kızdım, arabada dans eden, kızına yemek yesin diye tahta kaşıklarla Silifke oynayan, komik şakalar, sürpriz partiler planlayan ve kahkaha atan biriydim. Kızım doğunca bunları yapacak hevesim vardı ama enerjim azalmıştı, şimdi ise ikisi de yok. Tekrar kendime gelmeye çalışıyorum. Ama gerçekten sevdiği biri ölmemiş hiç kimse beni anlayamaz. Bu biraz da benim durumumla alakalı. Çünkü annem için güzel bir hayat yaşadı, yaşlandı ve herkesin gideceği yere gitti diyemiyorum. O hem çok sağlıklı hem de genç sayılabilecek bir kadındı. Yaşamının büyük kısmında pek çok sıkıntıya göğüs gerdi, pek çok fedakarlık yaptı ve pek çok şey içinde ukde kaldı. Hep yarın için yaşadı, hep daha rahat günler için sabretti ve tam onlara ulaşmışken hayatını kaybetti. Üstelik öleceğini bilerek 8 ay geçirdi ki asıl beni öldüren düşünce bu. Kimseyi görmek, konuşmak istemiyordu, onca acı verici tedaviye de sadece biz onu iyileşebilirsin diye kandırırken kanmış numarası yapmak için katlandı. 5 ay kadar önce tansiyon ataklarım ilk başladığında bir sürü tahlil yaptırmak zorunda kaldım, kolumda çok zor damar buldukları, bulana kadar da beni delik deşik ettikleri için bu sefer elimden kan almalarına ses çıkarmadım. Ama o kadar canım yandı ki, sonra hastanenin tuvaletine girip uzun zaman ağladım. Çünkü annemi düşündüm, ona tonlarca iğne soktular, kolları mosmor olmuştu ve neredeyse gıkını bile çıkarmadı. Onun ne kadar fiziksel acı çektiğini ve sırf bizleri üzmemek için katlandığını düşündükçe daha çok ağladım ama ne kapıda beni bekleyen kayınvalideme ne de hemşireye gerçekte niye bu kadar çok ağladığımı anlatmadım.
Şimdi babam evlenmek istiyor. Üstelik bu kararını bana annemim seney-i devriyesi mevlüdünü yaptığımız gece, onun mezarından sadece 2 km uzakta iken söyledi. Annem için o kadar ağlayan adamın bu kadar kısa sürede bunu istemesini anlayamıyorum. Annemin adına olmasına rağmen bir kez direksiyonuna geçmediği arabanın ön koltuğuna bir başka kadını eşim diye oturtmayı düşünmesine, başlarda parası sonra zamanı olmadığı için annemle bir türlü gitmediği tatillere bir başka kadınla gitme ihtimaline, annemin yıllarca yaşlanınca rahat edelim diye tasarruf yaparak babamı sahibi yaptığı mülklerinin keyfini bir başka kadının sürmesine ve hepsinden öte bunu normal karşılamamızı beklemesine hayret ediyorum. 3 kardeş olarak hepimiz evimizde babama oda hazırladık, benim evimde de abimin evinde de yatağı, dolabı, çalışma masası ile kurulu yatak odası var, hayatımız boyunca ona bakacağımızı söyledik, istediğin gibi gez toz, dünya turlarına çık, paranı harca dedik. Ama o ille de bir eş istiyor. İçim kaldırmasa da ben izin verdim, sen bilirsin dedim ama ağabeyim kabul edemiyor hala ben de yıldızlara bakıp "acaba hayat orada da bu kadar zor mu?" diye soruyorum.

Hiç yorum yok: