5 Ekim 2008 Pazar

Bodrum mu? Hıhhh!!!

Yaz sonunda bir arkadaşımız İstanbul’da 5-6 yıldır çalıştığı ihracat firmasından istifa etmek zorunda kaldı. Patronla anlaşmazlık düzeyi yaşanan son bir olayla ayyuka çıkmış, arkadaşımızın yaptığı bir hata nedeniyle hazırladıkları sipariş çöpe gidince de bizim ki aslan gibi madem ben zarar ettirdim o zaman istifa edeyim demiş, tazminatını gömmeyi göze alarak da ayrılmış. Başkası olsa o beni kovsun der hiç tınmazdı ama bizim ki diğer tüm arkadaşların “enayi” benimse aferin nidalarım ile işten ayrıldı. Neyse uzatmayayım artık işsiz olması vesilesi ile uzun yaz tatilini geçirmek için soluğu ablasının Bodrum’daki yazlığında alan arkadaşım, tatil süresince kendine Bodrum’daki bir firmada iş ayarladı ve aniden Bodrum’a taşınma kararı aldı. Evli ya da çocuklu olmaması, İstanbul’da kirada yaşıyor oluşu ve Bodrum’da hazır ev bulunması (ablasının yazlığı) bu kararında etkili rol oynadı. Yine yakın bir arkadaşımızın da “herkesin emeklilik için hayal ettiğini sen şimdi yapacaksın, hazır seni bağlayan ve riske atacağın bir şey yokken yapman çok mantıklı” diye desteklemesi ise kararını ne kadar etkiledi bilmiyorum. Velhasıl gitti, yerleşti ve çalışmaya başladı. Geçenlerde ona Bodrum’da kışın hayat nasıl diye mail atmış ve cevap verirken ballandırmamasını rica etmiştim. Bu ricama karşılık yazdığı mail şöyle oldu: “küçük bir sahil kasabasına yerleşmek çok kötü, emekli olmak gibi, çok kötü oluyor kışın burası; kasvetli hava, tiyatro sinema yok, yiyecek ekmek bulamıyorsun, pasta yiyorsun. Hiçbir şey yapamıyorsun denize giriyorsun, güneş batarken hüzünleniyorsun içki içiyorsun, trafik diye bir şey yok, sokağa arabanı park edebiliyorsun, kimse otopark parası istemiyor, hava bedava su bedava.. Böyle bir hayata alışmak çok zor inan bana..” Fark ettiğiniz üzere benimle dalgasını geçip keyfinin gayet yerinde olduğunu belirtmiş haliyle bana da “seni mikrop seni!” demek kaldı, bayağı kıskandım onu. Bu arada bayram tatili vesilesi ile İstanbul’a geleceğini söyleyince farklı düşüncelere gark oldum, kıskançlığım geçti. Nasıl mı?
İnsan İstanbul’un kalabalığı, trafiği, koşturması içindeyken ilk tatil fırsatında buradan kaçmayı, mesela Bodrum’a gitmeyi pek hoş buluyor, tatil beldelerine gidenlere iç geçiriyor. Ama tatil beldesinde yaşayan da fırsat bulunca İstanbul’a koşuyor. İstanbul’da olan için Bodrum’a gitmek ne kadar cool ise Bodrum’un yerlisi olan için de tatilde İstanbul’a gitmek o kadar cool. Yani komşunun tavuğu komşuya kaz görünür hesabı. Ya da bir şeyin iyiliğini, güzelliğini, kıymetini yanındaki kötülük, çirkinliklerin ve zorlukların belirlediği düşüncesi…
Sonra kafamda bu örnekleri çoğalttım. Bir şirkette çalışmayı bıraktığımdan beri, eskiden pek hevesle beklediğim Cuma günlerinin artık benim için özel olmadığını, çünkü Pazartesi günü işe gitme zorunluluğu yokken Cuma’nın da anlamı olmadığını fark ettim. Ya da tam tersi yazın bunaldığım güneşli havaların, yağmurların başlaması ile arada bir ortaya çıkmasının ne kadar değerli olduğunu anladım. Bunun gibi binlercesi var beni uzatmayayım.
Sonuç olarak Bodrum’a taşınan arkadaşım havalar iyice soğuyana kadar her gün denize giriyor olabilir ama denize girmekten benim kısacık tatilimde aldığım kadar zevk alabildiğini sanmıyorum. Kalabalık ve trafik çok kötü evet ama yaşlanmadan ıssızlaşmak da öyle değil mi? Sahip olduklarımızla, olduğumuz yerle mutlu olmalıyız diye bilgece sonlandırdım düşünmeyi.

1 yorum:

Kadir dedi ki...

Tatil paradoksu denir mi buna bilmiyorum ama bu gerçek. Ayrıca 4 sene konya'da yaşamış birisi olarak yaşdığım dönemde İstanbul'un trafiğini, arabaların kornalarının sesini özlemiştim. Doğma büyüme İstanbul'lu birisi olarak insan özlüyor kardeşim şu yüksek yüksek binaları görmeyi. Normalde burun bükenleri şu bodruma yerleştirseler de anlasalar istanbul'un kıymetini.